3 Haziran 2024 Pazartesi
Ana SayfaManşetKartepe Zirvesi'nin ikinci gününde neler konuşuldu?

Kartepe Zirvesi’nin ikinci gününde neler konuşuldu?

’Dirençli Şehirler ve Şehrin Dönüşümü’’ temasıyla 24-27 Mart’ta toplanan Kartepe Zirvesi, ikinci gününde Kocaeli Büyükşehir Belediyesi’nin eski bir metal fabrikasından örnek bir endüstriyel dönüşümle hayata geçirdiği Kocaeli Kongre Merkezi’nde devam etti. Zirve ikinci gününde de önemli konukları ağırladı.

“DİRENÇLİ ŞEHİRLER İÇİN SÜRDÜRÜLEBİLİR FİNANSMAN ARAÇLARI” OTURUMUNDA TEŞVİKLER VE YURT DIŞI FİNANSMAN MODELLERİ KONUŞULDU

İller Bankası Genel Müdür Yardımcısı Emrah Baydemir’in moderatörlüğünde gerçekleşen “Dirençli Şehirler için Sürdürülebilir Finansman Araçları” konulu oturum, Dünya Bankası Türkiye Sürdürülebilir Kalkınma Lideri Lourent Debroux, Fransa Kalkınma Ajansı Türkiye Direktörü Tanguy Denieul, JICA Türkiye Başkanı Yuko Tanaka, İslam Kalkınma Bankası Türkiye Operasyon Müdürü Dr. Mohammed Ishtiaq Akbar, Avrupa Yatırım Bankası Ülke Direktörü Umberto del Panta ve Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası Türkiye Direktörü Sonay Kanber’in katılımıyla gerçekleşti.. Dirençli şehirler için finansal sürdürülebilirliği, sosyal sürdürülebilirliği ve çevresel sürdürülebilirliği sağlamanın yollarının ele alındığı oturumda iklim ve şehir dostu plan örneklerine, teşviklere ve yurt dışı finansman modelleri örneklerine değinildi.

İSLAM KALKINMA BANKASI TÜRKİYE OPERASYON MÜDÜRÜ DR. MOHAMMED ISHTİAQ AKBAR: “TÜRKİYE İLE PROJELERİMİZİN TOPLAM MALİYETİ ŞU ANA KADAR 12 MİLYAR DOLAR”

Oturumda çalışmaları hakkında bilgi veren İslam Kalkınma Bankası Türkiye Operasyon Müdürü Dr. Mohammed Ishtiaq Akbar, şunları kaydetti: “Türkiye hali hazırda İslami Kalkınma Bankası kurucu üyelerinden ve aynı zamanda en büyük ürün, hizmet alıcılarımızdan biri.. Türkiye ile projelerimizin toplam maliyeti şu ana kadar 12 Milyar Dolar. Kentsel gelişim, kent ulaşım araçlarının yenilenmesi gibi başlıklarda belediyeler ile projelerimiz mevcut. Kamu çözüm ortaklığıyla da örneğin hastanelerin yenilenmesi üzerine de çalışıyoruz. Türkiye’de çok büyük bir varlığımız söz konusu. İklim değişikliği politikamız çerçevesinde 3 taraflı destek sunuyoruz. Finansmanımızın yüzde 35’i iklim dirençliliği, iklim adaptasyonu ve ilgili konulara gitsin istiyoruz.”

DÜNYA BANKASI TÜRKİYE SÜRÜDÜRÜLEBİLİR KALKINMA LİDERİ LOURENT DEBROUX: “GÜNEY KORE’DEN SONRA EN HIZLI KENTLEŞME YAŞAYAN ÜLKE TÜRKİYE”

Oturumda söz alan Dünya Bankası Türkiye Sürdürülebilir Kalkınma Lideri Lourent Debroux, “1950’lerde  nüfusun yüzde 25’i şehirde yaşıyordu bu sayı şu an yüzde 75’lere ulaştı. Güney Kore’den sonra en hızlı kentleşme yaşayan ülke Türkiye. Türkiye doğal afetlere çok açık bir ülke. Hükumet mevcut olanı iyileştirme hedefinde. Buradaki kentsel kalkınma girişimlerimiz özellikle 1999 depremden sonra başladı. Dünya Bankası hükümet talimatlıyla acil durum planlarını hayata geçirdi. O zamandan beri Türkiye ile ortaklığımız sürüyor” şeklinde konuştu.

Avrupa Konseyi Kalkınma Bankası Türkiye Direktörü Sonay Kanber, konuşmasında doğal afetlere karşı şehirleri güçlendirmenin önemine değinerek şöyle konuştu: “Orman yangınları iklim değişikliğine karşı geliştirdiğimiz projeler bir tehdit oluşturuyor. Orman yangınları, siyah karbondan daha tehlikeli. ”

Avrupa Yatırım Bankası Ülke Direktörü Umberto Del Panta ise, alınan yanlış kararların bizden sonraki nesilleri de etkilediğine değinerek “İklim konusunda da sorumluluğumuzun bilincindeyiz, faaliyetlerimizi diğer AB kurumlarıyla paralel geliştirmeye çalışıyoruz. Türkiye ve AB arasında kısa süreli bir gerginlik yaşanmıştı.  Geçmiş yıllara biz de borç verme konusunda duruşa geçtik. Bunun çok kısıtlayıcı ve sınırlandırıcı olduğu kanaatine vardık. Biz de Avrupa Yatırım bankası ile özellikle iklim, çevrenin korunması projelerine önem veriyoruz. Böylesi girişimler oldukça olumlu” dedi.

JICA TÜRKİYE BAŞKANI YUKO TANAKA: “TÜRKİYE DE JAPONYA GİBİ DOĞAL AFET RİSKİ YÜKSEK BİR ÜLKE”

Konuşmasında “Japonya depreme çok yatkın. Çok sık sel yaşayan bir ülkeyiz. Bu kadar fazla felaket söz konusuyken biz de bunlara hazır olmaya çalışıyoruz. Felaket risklerine ve bunların yönetiminin planlanmasına nem veriyoruz” diyen Yuko Tanaka, Türkiye’nin de benzer bir durumda olduğunu söyledi ve İller Bankası ile pek çok projeleri olduğunu belirtti.

“KOCAELİ ATA TOHUMUNU GÜN YÜZÜNE ÇIKARIYOR” 

Prof. Dr. Uğur Ömürgönülşen, “Tarım ve Gıda Politikalarının Şehir Yaşamına ve Tedarik Ağlarına Etkisi” temalı ilk oturumda, 2012 tarihli ve 6360 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesi ile birlikte Büyükşehir Belediyelerinin rol ve faaliyetlerinde önemli değişiklikler meydana geldiğini aktardı. “Bunlardan biri de Büyükşehirlere tarım ve hayvancılıkla alakalı birtakım görevler verilmesi oldu” diyen Prof. Dr. Ömürgönülşen, “2014 Yılından itibaren yerel yönetimler tarıma ciddi yönelimler gösterdi. Ev sahibi olduğumuz Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, Büyükşehir Belediyeleri arasında öne çıkıyor. Çiftçilere yem bitkisi, tohum desteği, tıbbi ve aromatik bitki ile hayvancılığa yönelik desteklemelerde bulunmuş. Ama daha önemli bir konu var. Ata tohumu. Kocaeli Büyükşehir Belediyesi, ata tohumlarını araştırmış. Unutulmaya yüz tutmuş birçok tohum tekrar gündeme getirilmiş ve tarıma kazandırılmış” ifadesini kullandı.

“ÜLKE OLARAK SANAYİLEŞMEYİ BECEREMEDİK”

Söz konusu oturumda, İstanbul Rumeli Üniversitesi’nden Dr. Öğr. Üyesi Fatih Turan Yaman ve Esin Yalçıntaş’ın hazırladığı Dirençli Şehir Ve Gıda Güvenliği Kapsamında Tarım Kent Uygulaması: İstanbul, Silivri Örneğini ele aldı. Öğr. Üyesi Dr. Fatih Turan Yaman; “Biz ülke olarak sanayileşmeyi beceremedik. Göç ve sanayileşme nedeniyle insanın tarım ile olan ilişkisi kesildi. Ama insanımızın tarım ve toprakla olan ilişkisi batılı ülkeler kadar fazla değil. Bizim halen hafızamızda toprak var. Bu hafızayı kullanabiliriz” açıklamasında bulundu. Öğretim görevlisi Esin Yalçıntaş ise Tarım Kent Uygulaması İstanbul, Silivri Örneğini gösterdi.

“KENT POLİTİKALARINDA DİRENÇLİLİK ELE ALINIYOR”

Öte yandan Süleyman Paşa Salonu’nda gerçekleştirilen ikinci oturumda “Kentsel Bağışıklık ve Sürdürülebilirlik” başlığı altındaki konular ele alındı.

Prof. Dr. Adem Esen’in başkanlığında yapılan oturumun ilk başlığı “Dirençli Kentler İçin Kentsel Bağışıklık” oldu. Dr. Özkan Yalçın; kentsel dirençlilik kavramının; kentleşme, kalkınma, iklim değişikliği ve sürdürülebilirlik gibi önemli küresel sorunlara yanıt olarak küresel politikaları uygulamak için kullanılan yaygın bir kavram olduğunu söyledi. Türkiye’de dirençlilik kavramının afet ile anıldığına dikkat çeken Dr. Özkan Yalçın,   “Son zamanlarda ise bu kavram Covid-19 pandemisi nedeniyle özdeşleştiriliyor. Bu kapsamda bazı belediyelerin Kent politikaları ve uygulamalarında kent dirençliliğini göz önünde bulundurularak eylem planları hazırlanıyor” dedi.

“KENT YÖNETİMİNDE STK’LAR DAHA ÖN PLANA ÇIKACAK”

Tekirdağ Namık Kemal Üniversitesi’nden Doç. Dr. Seda Bostancı ise  “Kentler Direnç Kazanmak İçin Sürdürülebilir mi Akıllı mı Olmalı? konusunu işledi. Bostancı sunumunda, dirençlilik konusunda afetler ve krizlerin öne çıktığını kaydetti. Doç. Dr. Bostancı, “Günümüzde pandemi, çevre sorunları, küresel iklim değişikliği, doğal afetlerde yaşanan artış ve gelir adaletsizliğinden kaynaklanan toplumsal olaylar, kentlerin geleceği için endişeye neden olmaktadır. Bu koşullar yerel yöneticilerin daha fazla paydaş ile ortak karar almasını gerektiren bir ortam oluşturuyor. 2030 sürdürülebilir kalkınma hedefleri STK’ların kent yönetimde olmasını öngörülüyor” ifadesini kullandı.

OTURUMUN DİĞER KONULARI

Atatürk Üniversitesi’nden Arş. Gör. Şüheda Altunok, Sakin Kent Hareketinin Nüfus Kriteri Bağlamında Seferihisar Ve Halfeti’nin Değerlendirilmesi konu başlığı altında araştırmasından örnekler verdi. Ankara Üniversitesi’nden Dr. Öğretim Görevlisi Moynul Ahsan ise Suya Duyarlı Ankara Şehri: Mevcut Uygulamalar, Zorluklar Ve Fırsatlar konusunu işledi.

“ÖNEMLİ OLAN YASALARI UYGULAMAK”

Kentsel yaşanabilirlilik için afet yönetiminin masaya yatırıldığı oturumun ilk konuşmacısı Doç. Dr. Hayriye Şengün, afet ve hukuk ilişkisi hakkında bilgi verdi. Afetlerin insanlık tarihinin korkusu haline geldiğini dile getiren Doç. Dr. Şengün, “Kent ve afet ilişkisine baktığımızda özellikle depremlerin giderek arttığını, dünyayı etkilediğini, kentlerin fazla insan barındırdığını göz önünde bulundurarak afete karşı direncin daha düşük olduğunu görüyoruz” dedi.

“HUKUKİ SORUNLAR SADECE MEVZUATTAN DEĞİL UYGULAMALARDAN KAYNAKLANIYOR” 

“Afet, hukuk kent ilişkisini kurarken toplumsal yaşantı için kurallara ihtiyacımız var. Bir toplum kurallarla yaşayacaksa daha evrensel kurallara ihtiyaç var bu da hukukla sağlanıyor” diyen Doç. Dr. Şengün, “Afetlere karşı risklerin azaltılması için yasaların uygulanabilmesi, yasaların olmasından daha önemli. Hukuki sorunlar sadece mevzuattan değil uygulamalardan kaynaklanıyor” şeklinde konuştu.

“DEPREM KORKUSU GEÇİNCE ESKİYE DÖNÜLÜYOR”

Doç. Dr. Binali Tercan da afetlerin kent makroformunun gelişimine etkileri hakkında sunum geçekleştirdi. Sunumunda Bolu örneğini ele alan Doç. Dr. Tercan, Bolu’da takip ettiği deprem sürecini şöyle aktardı: “Kentsel gelişimlerde afetler çok önemli bir parametre. Kentsel planlama yaparken özellikle kütle hareketlerinin etkilediği bir afet varsa oralar afete maruz bölge ilan ediliyor. Boşaltılması sağlanıyor. Ancak yangın ve depremde nakil zorunlu değil. Bununla ilgili bizim mevzuatımızda fay hatlarıyla ilgili bir bilgi var. Türkiye’nin deprem haritaları çok sayıda yapıldı. Bolu örneğinin, Kuzey Anadolu fayı üzerinde en riskli bölge olduğunu görüyoruz. Bu bölgede çok sayıda yıkıcı deprem oldu. Bolu, depremin odağında olan kentlerden. Bolu’da kat indirimi dönemi yaşandı ama bu kısa sürdü. Depremin korkusu geçtikten sonra eskiye dönüldü. Günümüzde de 12-15 katlı yapılar yapılmaya başlandı. Kent makroformunun gelişmesinde zemin önemli.”

“ADAPTASYON OLAN ŞEHİR DİRENÇLİDİR”

Doç. Dr. Selim Çapar, oturumda dinleyicileri şehirlerde yönetişimle ilgili bilgilendirdi. Şehirlerde dayanıklılığı sağlayan dört alanın bulunduğunu aktaran Doç. Dr. Çapar, bunların ekonomi, toplum,  yönetim ve çevre olduğunu söyledi.

“SAĞLAM ŞEHİRLER İÇİN DAYANIKLI ŞEHRİN ÖZELLİKLERİNİ BİLMELİYİZ”

Doç. Dr. Selim Çapar şöyle konuştu: “Bizim bunları anlaşılır kılacak belli araçlarımızın bulunması lazım. İnsan, bilmediğinden korkar. Kurumlar da bilmediğinden korkar. Biz hangi afetlerle karşılaşacağımızı, planlarımızı bunlar üzerinden gerçekleştirirsek, daha sağlam çözümler üreteceğiz. Küreselleşmeyle birlikte iletişim, bilişim ve ulaşımla ilgili başlıklar değişti. Bunlar vatandaşların yaşamını kolaylaştırdı ama hepsinde handikaplar var. Dayanıklı bir şehir, adaptasyon ve şokların etkisine dayanma ve karşı koyabilme kapasitesine sahip şehirdir. Yönetişim kamusal zorluklara çok yönlü yaklaşımı ifade eder. Önemli olan sistem içinde ortak sinerji ortaya çıkarabilmektir.”

“YEREL YÖNETİMLER EN ÖN SAFTA YER ALDILAR”

Yerel yönetimlerin salgın dönemindeki mücadelesini araştıran ve dinleyenlere araştırmalarından bahseden Doç. Dr. Kemal Kaya ise, “Yerel yönetimler salgınla mücadelede en ön safta yer aldı” ifadesini kullandı. Türkiye’de ve Avrupa’daki kent yönetimlerinin salgınla mücadelesini araştırarak, çıkarılan tecrübelerin hayata etkilerini paylaşan Doç. Dr. Kaya, yerel yönetimlerin salgın krizinde aldığı önlemleri şu şekilde anlattı: “Salgında gelirler azaldı, istihdam yapılamadı, yatırım ve kaynaklar azaldı ve belirsizlik ortamı doğdu. Yerel yönetimler, ev projelerine ofis tasarladı. Bisiklet yollarına yatırım yapıtı. Güneş enerjisinden faydalanmak için çalışmalar başlattı. Mevcut akıllı kent uygulamalarını devreye soktu. Araçlarda hız limitleri azaltıldı.”

“İKLİM KRİZİ İLE BİRLİKTE TÜRKİYE BİR GECEDE 150 MİLYON NÜFUSA SAHİP BİR ÜLKE OLABİLİR”

Boğaziçi Üniversitesi İklim Değişikliği ve Politikaları Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdürü Prof. Dr. Levent Kurnaz yaptığı konuşmada, “Türkiye’nin gündeminde iklim değişikliği ne yazık ki yok. Ekonomi, enerji ve finans gibi konuları ağırlıklı olarak konuşuyoruz. 2053 yılında net 0 anlaşması var. Meclis’ten de geçti. Bununla ilgili olarak altını dolduracak eylemler yapması gerekiyor” dedi.

Prof. Dr. Levent Kurnaz konuşmasında şunları kaydetti:

“Gündelik yaşantımız içinde dünya geleceğini çok az düşünüyor ve önemsiyoruz. Bundan birkaç sene önce Akdeniz havzasının turizm potansiyelini çalıştık. 2070 ila 2100 yılları arasında bu bölgenin ve özellikle turizm bakımından Antalya’nın geleceğini araştırdık. Antalya’da bu yüz yılın sonunda genç veya yaşlı sokakta 5 saat kalırsa rahatsızlanacağı ve ölümle sonuçlanan hastalıkların görülmesi bekleniyor. İklim krizi ile ilgili tüm coğrafya olarak çalışmalar yapmamız gerekiyor. Başka bir tehlike de nüfusun yoğun olduğu Pakistan. Pakistan’da 2050 yılına kadar her sene Antalya’daki gibi aşırı sıcaklardan dolayı ölümlerin görülme olasılığı yüzde 70 seviyesinde. Sadece bir defaya mahsus değil, her sene tekrarlama potansiyeline sahip. Bunun gerçeklemesi durumda 20 ila 30 milyon arasında insan hayatını kaybedecek.  Geri kalan Pakistanlılar ise yakın ülkelere göç edecek. İklim krizi ile birlikte Türkiye bir gecede 150 milyon nüfusa sahip bir ülke olabilir”

“KARBON İLE İLGİLİ OLARAK VATANDAŞLARA VE KURUMLARA EĞİTİMLER VERİLMELİ”

İklimer Direktör Yardımcısı Dr. Duygu Erten ise, “COP 26 İklim zirvesi önemli bir konferanstı. Paris anlaşmasından sonra AB yeşil mutabakatının döngüsel eylem planının gündeme gelmesiyle birlikte daha fazla katılımcı ağırladı. Çok paydaşlı konuların daha sağlıklı tartışıldığı bir durum oldu. 88 ülke vardı, 136 ülke beyanname verdi. Herkesin hedefleri ortaya çıktı. Dünya nüfus artışının yüzde 80’inin olacağı ülkeler enerji verimliliği kuralı olmayan ülkeler. Bu da karbon artışına sebep oluyor. Karbon fiyatlarının da gündeme gelmesinden sonra ciddi bir sorun oldu. Karbon ile ilgili olarak vatandaşlara ve kurumlara eğitimler verilmelidir. Pilot projeler üretilmeli ve yeşil sertifikaların anlatıldığı pilot projeler olması gerekiyor” dedi. Sürdürülebilir Kalkınma Derneği Başkanı ve Garanti BBVA Genel Müdür Yardımcısı Ebru Dildar Edin yaptığı konuşmada, “Türkiye’nin 2053 için vermiş olduğu hedefler çok önemli. Paris İklim Anlaşmasını onaylaması ile birlikte Türkiye’nin İklim Politikasında yeni bir dönem başlıyor. İş dünyasının da bu dönüşmedeki rolü çok büyük” dedi.

 “2025’DE NET SIFIR SAĞLAYACAK NÜFUS NE OLACAK?”

Çevre Portföy Yöneticisi Nuri Özbağdatlı ise ilginç bir benzetmeyle iklim krizini özetledi. Özbağdatlı, “İklim krizi Covid’e çok benziyor. Sizi en zayıf sisteminizden yakalıyor. Krizlere karşı en ucuz, en dayanaklı direncimizi artıracak doğa ile ilgili çözümler. 2025’te net sıfır sağlayacak nüfus ne olacak? Yaşlı nüfusu ne olacak? Gıda nereden gelecek? Bunların hepsi cevap bekleyen sorular. Uzun vadeli iklim stresini hazırlayacağız. Belediyecilik hizmetlerinde sadece bugün değil, geleceğe yönelik taleplerimizi iletelim. İklim adaletliliği görürsek, bunların karşısında hep beraber duralım” dedi. Sıfır karbonlu araçların gelecekteki önemini açıklayan OSD Çevre Koordinatörü Meral Turan Akırmak, ise, “Ulaşım alanında kaynaklı emisyon alanlarını azaltmalıyız. Bu alanda düşük emisyonlu araçlara geçiş yapmalıyız. Sıfır emisyonlu araçlar için şarj altyapıları oluşturmalıyız” dedi.

“KIRSAL ALANDA KALKINMA HEDEFLERİNE ULAŞMAMIZ LAZIM”

Türkiye’nin kalkınma ve şehirlere yönelik stratejisini Akçakoca Oditoryumu Salonu’nda düzenlenen oturumda katılımcılara anlatan Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarım Ekonomisi Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Bülent Gülçubuk, “Tarımı benimseyebilecek bir genç nüfusumuz var mı? Bu konuda pek de umutlu değiliz. Gençleri kırsalda ne yaparsak tutabiliriz. Bunu konuşmalıyız. Türkiye şunu biliyor. Kırsal nüfusu sadece tarımsal üretim kapsamında tutamayacağız. Gençlerin kırsalda refah göstergelerine ulaşabilmesi gerekiyor. İklim değişikliği hep kentsel yaşam üzerinde gidiyor. Ancak kırsal alanı hem üretim hem geçim hem de yaşam alanında çok fazla etkiliyor. Kırsal alanda kalkınma hedeflerine ulaşmamız lazım. Kırsal kesime pozitif ayrımcılık uygulanmalı. Hali hazırdaki kırsal nüfusla direnç yaratamayız. Kır kenti beslemeye çalışıyor peki kent karşılık olarak ne yapacak? Kırsaldaki yatırımları arttırmalı” dedi.

“TOPRAĞA SAYGILI DAVRANIRSAK GERİYE DÖNMEYE BAŞLAR VE KAYBETTİKLERİMİZİ KAZANMAYA BAŞLARIZ” 

Kars Peyniri Projesi Yöneticisi İlhan Koçulu ise yaptığı konuşmada, “Her yerde karbon ayak izimiz var. Bu neden oluşuyor? Küresel gıda politikaları dışında, yereli küçük çiftçiyi ülkenin tüm tarım potansiyellerini harekete geçirebilecek adımlar konusunda ağır hareket ediyorlar. Paranız varsa yakın zamanda gıda almayacaksınız diyorum ve iddia ediyorum. Tek çözüm ülkemizin topraklarını işleyebilmek. Bunun yolu da büyük hareketlerle olmuyor. Köydeki küçük çiftçiyi destekleyin, pazara ulaşımına destek verin. Böylelikle bu ülke gıda sorununu çözsün. Ambarı boş olanın boynu büküktür. Her yıl biyo-çeşitliliğimiz azalıyor. Biyo-sistem üzerinde kullanılan kimyasallar toprakların asit seviyesini yükseltiyor bu nedenle topraklar tarım için kullanılamıyor. Biz kimya kullanmıyoruz, hayvan gübresi kullanıyoruz. Biz özel olarak böyle bir adım attık. İlk başta göç ekonomik gözükür ancak hepsi bu değildir. Köylüler sosyalleşemiyor. Bu büyük bir sorun. Pembe bir dünya çizmek istemem ancak şu mümkündür; toprağa saygılı davranırsak geriye dönmeye başlar ve kaybettiklerimizi kazanmaya başlarız” dedi. Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül ise, “İnsanları mutlu hale getirebilecek bir yönetim anlayışı uygulanmalı” dedi.

PROJE BİLGİ FORMU

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

Yorum Yapın

Lütfen yorumunuzu girin!
Lütfen isminizi girin

Son Haberler

YAZARLAR

Avatar photo
363 YAZI