Dışlama (Crowding-out) etkisi, kamunun ekonomik faaliyetlerde giderek daha fazla yer tutmasıyla, özel sektörün yatırım ve üretim alanının daralması anlamına gelir. Yani devlet, büyük ölçekli harcama ve üretim programlarıyla piyasadaki kaynakları kendine yönelttiğinde, özel sektörün hem hareket alanı hem de beklentileri zayıflar.
Türkiye, uzun yıllar sonra yeniden büyük ölçekli bir sosyal konut hamlesine hazırlanıyor. 81 ilde toplam 500 bin konut inşa edilecek. Bunun 100 bini İstanbul, 30 bini Ankara, 21 bini İzmir için planlanmış durumda; kalan bölüm ise diğer büyük şehirlere dağılacak.
Ayrıca sosyal kapsayıcılık açısından da dikkat çekici bir dağılım var:
-Şehit aileleri, gaziler ve engelliler için %5,
-Üç ve daha fazla çocuklu ailelere %10,
-Emeklilere %20,
-18–30 yaş arası gençlere yine %20 oranında kontenjan ayrılmış.
Fiyatlar da gelir seviyesine göre şekillendirilmiş: %10 peşinatla, 240 ay vade üzerinden, 1 milyon 800 bin TL’den başlayan satış bedelleri ve aylık 6.750 TL’den başlayan taksitlerle ödeme planı oluşturulmuş durumda.
Bir diğer önemli yenilik ise, özellikle İstanbul’da başlatılacak kiralık sosyal konut uygulaması. TOKİ eliyle hayata geçirilecek bu modelde 15 bin kiralık sosyal konut üretilecek. Öncelik; işçiler, asgari ücretliler, genç çiftler ve kentsel dönüşüm sürecindekilerde olacak. Aktarılan bilgiler ölçeğinde, bu konutlar rayicin yarı fiyatına kiralanacak, 3 yıllık sözleşmeler yapılacak ve süresi dolan konutlar bakım sonrası yeniden kiraya verilecek. Yani “kira döngüsüyle sürdürülen” bir sistem hedefleniyor.
Tüm bu detaylara bakınca, gerçekten önemli bir kamu girişiminden söz ediyoruz. Ancak burada kritik bir denge meselesi var. Mevcutta var olan sosyal konut projelerine ilave böylesine geniş ölçekli üretim, yani yarım milyonluk kamu konut hamlesi, özel sektörün üretim alanını daraltma riski taşıyor. Bu durumu iktisatta “dışlama etkisi (crowding-out)” kavramını benzetebiliriz.
Özel sektör de sürece entegre edilmeli
Nasıl ki finansal piyasalarda devlet tahvilleri ve Hazine bonoları düşük riskli ama yüksek reel getiri sunduğunda yatırımcıların özel sektör tahvillerine ilgisi azalıyorsa ya da kamunun bir alanda yoğun varlığına bağlı olarak özel sektöre hareket alanı kalmıyorsa; konut üretiminde de benzer bir tablo oluşabilir diye endişe duyuyorum.
Crowding-out etkisi, kamunun ekonomik faaliyetlerde giderek daha fazla yer tutmasıyla, özel sektörün yatırım ve üretim alanının daralması anlamına gelir. Yani devlet, büyük ölçekli harcama ve üretim programlarıyla piyasadaki kaynakları kendine yönelttiğinde, özel sektörün hem hareket alanı hem de beklentileri zayıflar.
Daha net ifadelerle, kamu eliyle büyük hacimli, düşük maliyetli ve uzun vadeli projeler devreye girdiğinde, özel sektör için aynı alanda üretim yapmak ekonomik olarak cazibesini yitirir. Çünkü hem piyasanın dinamikleri kamunun fiyatlama davranışıyla şekillenir, hem de yatırımcı gözünde “rekabet edilebilir alan” giderek daralır. Böyle bir durumda kamu üretimi toplumsal fayda yaratırken, özel üreticiler süreçten dışlanma riskiyle karşı karşıya kalır. Oysa asıl hedef, kamunun üretim gücünü artırırken özel sektörün dinamizmini de sistemin içinde tutmak olmalı.
Aslında, kamunun üretim sürecini tek başına üstlenmek yerine özel sektörün bu sürece entegre edilmesi, hem kaynak etkinliği hem de kalıcı piyasa dengesi açısından çok daha sağlıklı olurdu. Örneğin, GYODER ve KONUTDER’in zaman zaman gündeme getirdiği kamu ve özel sektör işbirliği temelli kiralık ve satılık konut üretim modelleri bu açıdan dikkate değerdi. Böyle bir yapı, kamunun arsa ve planlama avantajını özel sektörün finansal ve teknik kapasitesiyle birleştirerek, sürdürülebilir bir konut ekosistemi oluşturabilirdi. Çünkü barınma hakkını kamunun koruması doğru; ama bu hakkın uygulanabilirliğini özel sektörün dinamizmiyle desteklemek şart diye düşünüyorum.
Yazının başında belirtiğim finans piyasalarındaki crowding-out etkisini yeniden hatırlayalım. Açıklanan sosyal konut projeleri çok önemli olmakla birlikte, gelecek açısından uyarımızı şimdiden yapalım. Kamu, üretimin garantörü rolüne sıkıştıkça, özel sektör üretici pozisyonundan “bekleyen gözlemciye” dönüşüyor. Bu da hem inşaat sektörünün kapasitesini sınırlıyor hem de konutun piyasa dengesi içinde kendi kendini regüle etme kabiliyetini zayıflatıyor.
Dolayısıyla düşünülmesi gereken, kamu yatırımlarını azaltmaktan ziyade; bu yatırımların yönünü yeniden tasarlamak. Dışlama etkisinin özel sektör oyuncularını tamamen kenara itmesine izin vermeden, bugünden ortak planlamayla ilerlemek gerekiyor. Kiralık ya da satılık sosyal konut üretiminde kamunun çerçeveyi belirlediği, özel sektörün ise üretim gücüyle katkı verdiği karma bir model, Türkiye’nin önümüzdeki on yılına yön verebilir. Amacımızın daha adil, daha kapsayıcı ve sürdürülebilir bir konut düzeni kurmak olması gerektiğini düşünüyorum.
(Kaynak makale: Prof. Dr. Ali Hepşen – Dünya)




